people

Türkiye'nin 12 Eylül'leri

Şu günlerde halk oylamasına sunulan anayasa değişiklik paketi vesilesiyle tv ekranlarından internet sosyal ağlarına kadar her yerde 12 Eylül 1980 ağırlıklı olmak üzere "baskıcı rejim"lerimize dair tartışmalar almış başını yürüyor. Anayasa değişikliğinin içeriğinden bağımsız olarak bu, pek olumlu bir gelişmedir. Ben ise Türkiye'de milli burjuvazinin iktidara gelmesinden bile önceki baskıcılığına dönmek istiyorum: 12 Eylül 1922'ye. Bu tarih Yunan işgalinin kırılmasından 3 gün sonraya denk gelen ve çok ciddi bir savaş yürütülen, bu yüzden de politik olayların pek beklenmediği bir tarihtir. Oysa ki 12 Eylül 1922 Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası'nın (THİF - Türkiye Halk Komünist Partisi) kapatıldığı güne tekabül etmektedir. Daha doğrusu, ikinci defa kapatılması ! Çünkü 7 Aralık 1920 tarihinde kurulan THİF, Çekes Ethem olayından sonra Yeşil Ordu ile birlikte Ocak 1921'de bir defa kapatılmış, o dönem başında bulunan muvakkat reis (geçici başkan) Nâzım Bey ve bazı yöneticileri tutuklanmıştır. Kısa sürede yeniden kurulmuş ve 12 Eylül 1922'de yeniden kapatılmıştır. Kısacası, Türk burjuvazisi cephede işgalci ile mücadele ederken, aynı anda içerideki "sakıncalı"lar ile uğraşmaktan geri kalmamıştır. TKP'li  (1920) onbeşlerin yine işgal yıllarında Türk burjuvazisi tarafından katledilmesi bu durumun bir diğer yansımasıdır.

THİF'in o yıllarda BMM'de ciddi faaliyet gösterdiği ve Komintern ile Birinci Doğu Halkları Kurultayı sonrası kurulmuş TKP (1920) ile organik bir bağa sahip olduğunu biliyoruz. Hatta az önce bahsettiğim Nâzım Bey, İç İşleri Bakanlığı da yapmış ve Mustafa Kemal Paşa'nın ölümle tehdit ile karışık baskısıyla görevden alınmıştır. Bu olayı kendisi Nutuk'ta şöyle anlatmaktadır:
İşte arz etmek istediğim husus, vekillerin intihabına ait kanunun tadilini müstelzim sebeblerden biridir.
Efendiler, 4 Eylül 1920 tarihinde Tokat Meb’usu bulunan Nâzım Bey, 89 reye karşı 98 rey ile Meclisçe Dahiliye Vekâletine intihap olundu. Nâzım Bey, dakika fevt etmeksizin büyük istical ile Vekâlet makamına gidip ifa-yı vazifeye başladı. Badehu, heyet-i İcraye reisi bulunmama hasebiyle beni ziyarete geldi.
Ben Nâzım Beyi kabul etmedim. Meclis-i Âlinin, mazhar-ı itimat ve intihabı olan bir vekili kabul etmemekle, ihtiyar ettiğim muamelenin mahiyet ve nezaketini elbette takdir ediyorum. Fakat, memleketin büyük menfaati, beni bu yolda harekete mecbur tutuyordu...
Efendiler, Meclis azaları meyanında, aykırı birtakım prensiplere temayül gösterenler zuhura başlamıştı. Bunlardan biri olmak üzere, Nâzım Bey, ve rüfekası en çok nazar-ı dikkatimi celbeylemişti, Nâzım Bey’in, daha Sivas Kongresi esnalarında, kendisinden aldığım safsatalarla mali bazı mektularıyla ne zihniyet ve mahiyette olabileceğini anlamıştım...
Nâzını Bey, bizzat ve bilvasıta ecnebi mehalifinden bazılarıyla temas yolunu bulmuş ve teşvik ve muavenete de mazhariyetini temin etmişti.
Bu zatın, Halk İştirakiyim Fırkası diye, gayrıciddi, sırf cerr-i menfaat maksadıyla bir fırka teşebbüsü ve onun başında gayrı milli faaliyet sevdasında bulunduğu, mutlaka mesmuunuz olmuştur.
Bu zatın, ecnebîmehalifin, casusluk ettiğine de asla şüphe etmiyordum. Nitekim, bilâhare İstiklâl Mahkemesi bir çok hakayiki meydana koymuştu.
İşte Efendiler, bu Nâzım Bey, bizzat arkadaşları vasıtasıyla yaptığı mütemadi propaganda sayesinde bize muhalefete hazırlananların, menafi-i âliye-i milleti unutarak yardımlarıyla Dahiliye Vekâletine geçirilmişti. Bu suretle Nâzım Bey, hükümetin, bütün dahili idaresi makinesinin başında, memleket ve millete değil, fakat, paralı uşağı olduğu kimselerin arzusuna en büyük hizmeti ifa edebilecek vaziyete gelebilmişti.
Bittabi, Efendiler; buna da askı razı olamazdım. Onun için Dahiliye Vekili Nâzını Bey’i kabul etmedim ve istifaya mecbur ettim. Lüzum görüldüğü zaman dahi, Meclis’te, celse-i hafiyede malûmat ve mütaleatımı açıkça söyledim.
Muhterem Efendiler, pek güzel bilirsiniz ki, sultanlarla, halifelerle idare olunmuş ve olunan memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmış olmalarıdır... Meclislerle idare olunan memleketlerde de, en muhlik cihet, bazı meb’usların ecnebi nam il hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine kadar, dahi! olmak yolunu bulabilen vatansızlara tesadüf etmek müsteb’at olmayacağına tarihin, bu babtaki misalleriyle hükmetmek zarurîdir. Bunun için millet, vekillerini intihap ederken, çok dikkat ve kıskanç olmalıdır....”  (Nutuk 2. Cilt, s. 672-674)

Ayrıca THİF yöneticileri ve üyeleri, hükümeti yasadışı yollardan devirme amacı güttükleri suçlaması ile İstiklal Mahkemesi'nce yargılanmış ve Ağustos 1923'te suçlu bulunarak 15 yıl kürek cezası almışlardır. Sonraki yıllarda da TKP yöneticilerini "ameleden adamları iktidara geçirme" (1927), Bursa'da bir ağaca orak çekiç şekli kazınması (1929) gibi sebeplerle yargılayan Türk burjuvazisinin komünist mahkemelerini propaganda tehlikesinden dolayı basına kapattığını ve tüm itirazları, temyiz taleplerini reddettiğini de eklemeli.

Daha sonra belki başka bir yazıda TKP (1920) veya THİF tarihine daha detaylı değinmek isterim, ama şimdilik sözü THİF'e bırakıyorum. İşte THİF'in 12 Eylül 1922 tarihinde kapatılması üzerine yayınladığı bildiri:

Türkiye Komünist Partisi'nin 12 Eylül 1922'de yasaklanması üzerine Merkez Komitesi'nin protestosu  
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne
Burjuva efendiler,
Bugünlerde Avrupa emperyalizmine karşı bir zafer kazandıran Türkiye'nin işçileri ve fakir köylüleridir.
Sizi bugüne kadar ekmeksizlikten, parasızlıktan, silâhsızlıktan sıkıntı çektirmeden memleketin efendisi yapan, bir milli hükümetin dağılmadan yaşamasını sağlıyan Türkiye işçi ve köylüleridir.
Siz bu hükümet sandalyesine işçi ve köylüleri merdiven yaparak çıktınız.
Avrupa emperyalizmine karşı Anadolu'da üç yıl süren silâhlı savaşta, bu Kuva-i Milliye savaşında, işçi ve köylü sınıfından fazla bir fedakârlık yapan başka bir sınıf yoktur.
Kendi haklan ve hürriyetlerine kavuşacağı vaat edilmiş olan işçi ve köylüler bu kanlı savaşta hiç bir fedakârlıktan çekinmediler. Elindeki malını, evlâdını, kanını ve canını bu yolda saçtı ve döktü!
Türkiye işçi ve fakir köylülerinin savunucusu olarak kurulan Komünist Partisi, onun kızıl sancağı altında toplanan bütün işçiler ve köylüler, yığın çoğunluğunun izlediği ulusal savunma politikasından ayrılmadı. Hükümete, onun dış politikasında bağımsızlık ve emperyalizme karşı savaş politikasında daima yardımcı kaldı.
Uluslararası emekçi güçlerinin yardımını sağlamaya çalıştı. Türkiye işçi sınıfı sınıfsal çıkarlarını bütün zıtlıklarına, karşıtlıklarına, kendi durumunun günden güne kötüleşmesine, vurguncularınızın soygunlarına, jandarmalarınızın baskı ve ezgisine rağmen, iç politikada cesur ve metin olmaya çalışmış, ulusal savaşın süresince kendi sınıf ve haklı isteklerini gözden çıkarmamıştır.
Siz, boş ve yalancı vaatlerden, laftan başka bir şey yapmadınız. Bir zamanlar hepiniz bir danışıklı «Komünist Partisi» bile kurdunuz, kalpaklarınıza kırmızı tepelik geçirdiniz.
Mecliste ve gazetelerinizde: Anadolu'da basın hürriyeti, toplantı hürriyeti, görüş, kanat, fikir hürriyeti olduğunu, sansür ve zülüm gibi kötülüklerin yok edildiğini yaygaralarla yaydınız. Bunları siz, utanmadan Meclisinizin tutanaklarına bile geçirdiniz.
İşçi ve köylülerin omuzları üzerinde kurduğunuz tahta oturduktan sonra bütün vaatlerinizi unuttunuz. Yalancı olduğunuz meydana çıktı. 12 Eylül 1922'de, «Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası»nın (Halk Komünist Partisi'nin) yasaklandığını ilân ettiniz. Böylece Türkiye işçi ve köylülerinin örgütünü, sesini boğmaya kalkıştınız.
Hayır efendiler, hayır!
Komünist Partisi bir varlıktır. Bu parti yasalara göre kurulmuştur. Onu yasaklamaya hakkınız yoktur. Türkiye Komünist Partisi sınıfsal bir varlıktır. O, Türkiye işçi ve köylülerinin partisidir. Bu sınıflar var oldukça, o da yaşayacaktır. Bu sınıflar yok edilemez. Partilerini de yok edemezsiniz. Komünist Partisi uluslararası bir varlıktır. Uluslararası proletarya ordusunun Türkiye'deki bir koludur. Uluslararası bu ordu var oldukça, siz o partiyi yok edemezsiniz. Bunun için Meclisten bir kanun çıkarsanız bile hiç bir şey yapamazsınız. Bizim işçi ve köylülerimizin partisi, bizim sınıflarımız gibi daima ayakta duracaktır.
Partimizi yasaklamak, gazetelerimizi kapatmak ve arkadaşlarımızı zindanlara doldurmak, Avrupa emperyalistleriyle pazarlıklara girişmek yolundaki tutumunuzla bağlıdır. Komünistler, politikanızın içyüzünü halka, açarak maskelerinizi yere düşürmektedir. Memlekette gerçek reformlar, sosyal devrimler isteyenleri susturmak istiyorsunuz.
Evet, biz işçi ve köylüler biliyoruz sizin saldırılarınızdan, iftiralarınızdan kasıt budur.
Fakat, emin olunuz biz Türkiye komünistleri susmayacağız. Bu haksız ve barbarca saldırılarınızı kesinlikle protesto ederiz.
Kahrolsun yalancı ve gaddar burjuva politikası!
Yaşasın işçi ve köylülerin kurtarıcı ideolojisi!
Yaşasın Türkiye Komünist Partisi!

Genel Sekreter Salih Hacıoğlu
Kızıl Sendikalar Genel Sekreteri Mahmud
Gençler Birliği Bürosu
TKP MK Kadınlar Kolu Şefi Cemile
Komintern'in Üçüncü Kongresi'ndeki Türkiye delegasyonu Sekreteri Orhan (Sadrettin Celâl Antel)
Paylaş